alhamra | mmmsayir@yahoo.com Otuz Üç Kurşun | Anadolu

el Hamra'nın girişindeydi buluşmamız
Bu randevusuz buluşma ne güzeldi

Göz çukurlarında iki kara göz vardı
Uzaklıklar uzaklıkları getirirdi

Sordum ona: İspanyol musun diye
O da Gırnata'da doğmuşum deyiverdi

Gırnata mı!? O denli uykudan sonra
Gözlerimde yedi asır birden uyanıverdi

Emevi sancakları çekilmiş duruyordu
Küheylanları iyice bağlanmış halde idi

Ne garip şey tarih beni torunlarımdan
Esmer bir kıza nasıl döndürüverdi

Şamlı bir sima gördüm ki ondaki,
Suad'ın gerdanı ve Belkıs'ın kirpiğiydi

Eski evimizi gördüm ki bir odada
Annem benim yatağımı sermekteydi

Yaseminler süslenmiş yıldızlarıyla
Altınsı havuzdan duyulan ezgilerdi

Şam nerede dedim gösterir misin bana
Dökülmüş saçlarında Sevad nehrini

Senin Arap yüzünde o koyda hala
kucaklamakta olan yurdumun güneşini

Hoş kokulu bahçelerin kokusunda, suyunda
baklada, reyhanda ve turunçta gizlediği

Yürüdü benimle arkadan dökülen saçlarıyla
Biçilmeden bırakılmış sümbüller gibi idi

Uzun küpe ışıl ışıl ışıldar kulağında
Yılbaşı gecesi mumlarına benzemekteydi

Bir çocuk gibi yürüdüm öncümün peşinden
Arkamda duran tarih bir kül yığını gibiydi

Süslemelerin nabzını duyar gibiydim
Ve tavanlardaki altın süslemelerin sesini

Burası el Hamra, atalarımızın övüncü bu
Oku duvarlarında yazılı azametimi dedi

Azametini! sildim kanayan bir yarayı
Sonra yüreğimle sildim bir diğerini

Keşke bu güzel varisim o kasdettiği
Kişilerin atalarım olduğunu bilse idi

Onunla vedalaşırken sarıldım bir adama
O da Tarık bin Ziyad adında bir kişiydi
Nizar Kabbani



Ters Akan Nehir Yoktur

1.
Artık olduğum gibi olamam
Sen de sıradan bir kadın olamazsın artık
Bu aptallık olur
Ben artık şaşkınlığımı tekrarlayamam
Yiğitliğimi de
Buluşma anındaki gerginliğimi de
Sen hiç tersine akan bir nehir gördün mü??

2.
Kızma bana
Olayı açıklamaya çalışacak olsam
Ben kadınlarla konuşurken gerçekçi olurum
Aklın sesini duygunun sesiyle karıştırmam
Değişti bütün koşullar
Değişti seslerimiz
Değişti sözcüklerimiz
Değişti geleneklerimiz
Değişti...
Yastıklar, oturaklar, şilteler, perdeler...
Çiçek havuzlarının yeri bile

3.
Nisan iki kez gelmez
Şimşek aşıklara günde iki kez görünmez
Şiir de sevgiliye iki kez okunmaz
Dünyanın hali bu...
Yağmuru üretemeyiz
Düşlerde, değiştiremeyiz ayın yapısını

4.
Ben uzun zamandan beri ekvatorda yaşıyordum
Adreslerim senin dudaklarına işlenmişti, kadınım
Ve ahuların boyunlarına
Bugün başka adresim kalmadı açık havadan başka

5.
O bir çılgınlık haliydi gelip geçti
Şimşekleriyle, yıldırımlarıyla
Karlarıyla, rüzgarlarıyla
Başarabilir miyiz acaba
Derinliklerimizde havaların düzelmesinden sonra
Çılgınlık mayınlarını patlatmayı?..

6.
Seni sözlerimle yaraladığımı biliyorum
Şişeyi gülnar bahçelerine fırlatırken kendimi yaraladığımı da
Kendi hançerimle intihar ettiğimi biliyorum
Gündüzün kandilini kırdığımı da
Bu aptallığı yaptıysam
Perdenin arkasında oynamayı bilmediğim içindir

7.
Ben teyp cihazlarından korkuyorum
Kendi sesimden
Kendi dilimden
Kendi şiirimden
Kendi nesrimden
O zaman sözün faydası ne?
Ben hafızamı yitirdim
Yüzlerin, gözlerin içine dalıp bakıyorum
Karşımda kimse göremiyorum
Senin gözlerine dalıp bakıyorum
Ne pamuk görüyorum ne bal
Ne de kuş tüyü için söylenenleri
Döşeğin içindeki dolguya bakıyorum
Kırıntılarımdan başka bir şey göremiyorum

8.
Bu tarihtir, başımızı kesiyor
Kaçabilir miyiz çağların kılıcından!
İspanya düştü...
Ne gül kaldı ne mersin
Ne de köşklerin fıskiyelerinde şakırdayan bir su
Tekrarlayamam artık ilk kasidelerimi
Denizlerin müziği üstünde raks edemem
Senin dağılan azametini
Geri getiremem, yiğitlik, yücelik ve gurur günlerini
Günlerin akrepleri, kadınım, dönüyor...
Benim de tutumlarım...
Ve duygularım dönüyor!!

9.
Bu dönem dar bir dönem
Sözcükler kendine bir boşluk arar oldu
İnsan özgürlüğü kendine bir hava arar oldu
Sevmek suç oldu
Kadınlar kırılıp üst üste yığıldı!!

10.
Tren kalktı,
Biz hala istasyondaki kahvehanede oturuyoruz
Biletlerimiz kayboldu...
Hala istasyon içinde ne yapacağımızı bilmez bir haldeyiz
Paltolarımız vücutlarımıza yapıştı
Şefkat kentleri alt üst oldu
Sabahla birlikte yola çıkacak mıyız gerçekten?
Yoksa yolculuk etmeyecek miyiz??

11.
Tren kalktı,
Bizim bu haritada yerimiz yok
Ne kuzey ne de güneyde
Ne sabah ne de akşamda
Tren yürüdü, biz de çocukluğa dönemeyiz...
Yaseminlerin akına da...

12.
Benim artık dönecek bir evim kalmadı
Kadınların yurdunda
Sen hiç tersine akan bir nehir gördün mü??


Karşılaştırmalı Aşk

Ben benzemem başka aşıklara, kadınım
Başkası bulut armağan etse sana
Ben yağmur armağan ederim
Fener armağan etse sana
Ben ayı armağan ederim
Dal armağan etse sana
Ben ağaçları armağan ederim
Başkası binit armağan etse sana
Ben yolculuk armağan ederim


kahve falı

oturdu gözlerindeki korkuyla
bakıyor ters çevrilmiş fincanıma
dedi ki
evladım üzülme
aşk var alın yazında
evladım
şehit olurlar
ölürken yarin dini üzere ölenler
fincanın ürkütücü bir dünya
hayatın sefer ve savaş
çok seveceksin evladım
çok da öleceksin evladım
aşık olacaksın dünyanın bütün kadınlarına
ardından yenilmiş bir kral gibi geri döneceksin

***

hayatında evladım bir kadın var
gözlerine bakmaya doyamazsın
ağzı salkım gibi resmedilmiş
gülüşleri müziktir ve gül
ama senin göğün yağmurlu
yolun kapalı
çünkü sevdiceğin evladım
tılsımlı bir sarayda uyuyor
büyük bir sarayda evladım
itler koruyor sarayı ve askerler
kalbinin prensesi ise uyuyor
odasına giren kayboluyor
onu babasından isteyen
bahçesinin duvarından atlayan kayboluyor
saç örgülerini çözmeye kalkışan
evladım
kayboluyor... kayboluyor

***

çok fal baktım bundan önce çok da yıldız falı
ama senin fincanın gibi
bir fincana rastlamadım
görmedim evladım
hüznüne benzer bir hüzün
alnına ebede dek aşkta
hançer üstünde yürümek yazılmış
sedefler gibi yalnız kalmak
söğüt dalı gibi hüzünlü kalmak
alnına yazılmış ebede dek
aşk denizinde açılmadan yüzmek
milyonlarca kez sevmek
azledilmiş kral gibi geri dönmek


*
*
*

daha fazla aşk ver bana

daha fazla aşk ver bana daha fazla
benim en güzel çılgınlık nöbetim
dokularımdaki hançer yarası
bıçak kesiği
daha fazla batır beni kadınım daha fazla
deniz çağırıyor beni
daha fazla ölüm sun bana
ölüm öldürürken can verir bana belki

***

benim haritam aşkındır
artık dünya haritası ilgilendirmiyor beni
ben aşkın en eski başkentiyim
yaram eski mısır yazısı
yayılır acılarım bir yağ lekesi gibi
beyrut’tan çin’e kadar
bir kafiledir acılarım
şam halifeleri çin’e kadar gönderdi
milattan sonra yedinci yüzyılda
kayboluverdi bir ejderhanın ağzında

***

yüreğimin serçesi, nisanım
sen denizlerdeki kum, zeytinliklerdeki ağaçsın
karın, ateşin tadı
kuşkumun, inancımın tadı
meçhulden korkuyorum evine al beni
karanlıklardan korkuyorum sar beni
üşüyorum ört beni
çocuklara anlatılan öykülerden anlat bana
dur gitme yanımda kal
şarkılarımı söyle
ben ezelden beri
bir yurt ararım alnıma
bir kadın aşkı
beni duvarlara yazıp silecek
bir kadın aşkı
güneşin sınırına götürecek

***

ömrümün parıltısı, yelpazem
kandilim bahçemin boşluğu
bir köprü kur benim için limon kokulu
bir fildişi tarak gibi
batır beni saçlarının arasına unut beni
sonbahar yapraklarında kalmış
yolunu şaşırmış bir su damlasıyım ben

***

daha fazla aşk ver bana daha fazla
benim en güzel çılgınlık nöbetim
senin için saldım bütün kadınlarımı
tarihi bıraktım arkamda
attım doğum belgelerini
bütün damarlarımı kestim


*
*
*

hüzün kasidesi

aşkın öğretti bana hüznü
asırlardır muhtaçtım ben
bana hüznü tattıracak bir kadına
bir serçe gibi
kolları arasında ağlayacak
kırık cam parçaları gibi
hüznümü toplayacak bir kadına

aşkın öğretti bana kadınım
en kötü adetleri
kadehimi gecede
binlerce kez açmayı
şifalı bitkileri denemeyi
falcıların kapısını çalmayı
kaldırımlarda volta atmak için
evimden çıkıp gitmeyi
yüzünü aramayı
yağmur altında arabaların ışıkları arasında
izlerini aramayı
afişlerde
bile

aşkın öğretti bana
bütün çingeneleri kıskandıracak
bir çingene saçı bulmak için
saatlerce yere kapanmayı
bütün yüzlere bütün seslere bedel
bir yüz bir ses bulmak için

aşkın girdirdi beni kadınım
hüzün şehirlerine
oysa ben senden önce girmemiştim
hüzün şehirlerine
gözyaşının insanın kendisi olduğunu bilmezdim
insanın hüzünsüz
insansı olduğunu

aşkın öğretti bana
çocuklar gibi olmayı
yüzünü tebeşirle çizmeyi
duvarlara balıkçı ağlarına
çanlara
haçlara
aşkın öğretti bana
aşkın zamanın haritasını nasıl değiştirdiğini
aşıkken dünyanın dönmemeyi bıraktığını
öğretti

aşkın öyle şeyler öğretti ki bana
hiçbir zaman aklıma gelmemişti
çocuk öyküleri okudum
cin krallarının saraylarına girdim
sonra kral kızının
benimle evleneceğini hayal ettim
gözleri koyların sularından duruydu
dudakları nar çiçeklerinden tatlıydı
prensler gibi onu
kaçırmayı hayal ettim
aşkın öğretti bana kadınım hezeyanın ne olduğunu
ömrün nasıl geçip
kral kızının gelmediğini
aşkın öğretti bana hüznü
asırlardır muhtaçtım ben
bana hüznü tattıracak bir kadına
bir serçe gibi
kolları arasında ağlayacak
kırık cam parçaları gibi
hüznümü toplayacak bir kadına

N İ Z A R K A B B A N İ



M U A L L A K A L A R

Ummi Evfa'dan mı kalmış bu sessiz izler
Havmanete'd-Derrac ve Mütesellim'de sezilir

Dostum bak Cürsüm ve Alya'da Deve üstünde
Giden kadınlar görüyor musun birden geçiverir

En derin yerde masmavi suya varınca inip
Çadır kurar gibi asaları yere salıverir

O eve and olsun ki çevresinde onu kurmuş
Kureyşli ve Curhumlu erkekler dönüverir

Kıyasıya vuruşup aralarında ezmişken menşemi
Abs ve Zubyan'ın yardımına birden koşuverir

Dediniz ki barışa mal ve iyilikle ulaşırsak
İnsanlar yok yere ölmekten hepten kurtuluverir

İnsanlar arasındaki kırgınlığa engel olup
Barışı sağlamanız en güzel iştir herkes bilir

Muad soyunun en üstün iki yıldızı oldunuz
Kim bir hazineyi gözden çıkarırsa yücelir

İçinizdekileri Allah'tan gizlemeyin
Ne kadar gizlense de Allah onu bilir

Erteliyor bir kitap içinde biriktiriyor
Ya hesap gününe bırakır ya da öç alıverir

Savaş şu bilip tattığınız şeyden ibarettir
Bu söz öylesine bir söz değil herkes bilir

Savaş ateşini körükledikçe kınarlar sizi
Kızıştırdıkça kızışır sönmez hale gelir

Değirmen taşları gibi önce öğütür sizi
Sonra deve gibi her yıl ikiz doğuruverir

Ad'ın kızıl devesi gibi size tümden uğursuz
yavrular doğurup emzirir de sütten kesiverir

Yaşamın gereklerinden bıktım kim yaşasa
Seksen yıl o inan hepten bıkıverir

Dün bugün ne taşıyorsa önceden bilirim
Ama yarının ne taşıdığını kim bilebilir

Ölümü gördüm gece görmez gibi kim vursa
Ölüverir, kim geçse yere kök salıverir

Kim de birçok konuda geçinmezse devenin
Ayakları ile dişleri altında ezilir

Kim de iyilik yapsa onurun korumaya
Yücelir, kim de sövse kendine sövgü gelir

Kim de varlıklı olarak cimrilik yapar ise
Kendisinden yüz çevrilir de kötülenir

Kim de sözüne bağlı kalsa kötülenmez
Kim de kalbi durgunluk bulsa gidiverir

Kim de ölüm yollarından korksa onu bulur
Göklere tırmansa kaçsa bile ölüverir

Kim de iyiliği değmez kimselere yapsa
Yazıksar aldısı kötülenmek oluverir

Kim de mızrak tutacına başkaldırırsa diller
Gibi oturtulan uca boyun eğiverir

Kim yurdunu silahları ile donatmazsa
Yıkılır, kim de kimseyi ezmezse ezilir

Kim de yadellere düşse dostunu düşman bilir
Kim de özünü yüceltmezse aşağsanıverir

Nasıl bir haslet olursa olsun insanda
Gizlemek istese de bir gün biliniverir

Nice sessiz insan görürsün şaşırırsın
Konuşma çokluğundan ya da azlığından gelir

Gencin dili yarı kalbi öteki yarısıdır
Et ve kan görüntüsünden gerisi gidiverir

Yaşlının çılgınlığından sonra bir düş olmaz
Ama genç çılgınlıktan sonra düşe dalıverir

İstedik verdiniz yine istedik yine verdiniz
Kim istekte aşırıya kaçarsa yoksun kalıverir
Zuheyr b. Ebi Sulma


diyardan siliverdi yerini ve makamını
mina’nın yıkıverdi gavlını ve ricamını

reyyan’dan akan suların bozuldu yatakları
kalan izleri andırır silik taş yazıtını

sönmüş ocaklar bulunan buralarda yaşanmış
nice yıl geçirmiş helal ve haram aylarını

buralarda ilkbahar şimşekleri çakmış sonra
yıldırımlar yağdırmış yağmuru ve sağnağını

gecenin karanlığında yağmur indiren kara
akşam bulutlarıysa yağdırmış yağmurlarını

yabani bitkiler yeşermiş ırmak boylarında
görürsün yavrulamış ahu deve kuşlarını

gürbüz danalar görürsün öbek öbek gezerler
iri gözlü inekler emzirir yavrularını

yarin izini ortaya çıkarır sel suları
nasıl ki kalem çıkarır silik yazılarını

bu anılar yeniden canlanıverdi, nasıl ki
dövmeci kadın yeniler dövme yuvarlağını

durdum sormak için ona ama nasıl olur ki
dilsiz sert taşlardan almak mümkün mü cevabını

ıssız kaldı buralar, herkes bir sabah ansızın
göçtü geride bıraktı arkını ve çalısını

yarin yurdu üzdü seni göç yola koyulken
pamuk hevdeç

katar katar salına salına yürür develer
göç edenler andırır sürmeli bakışlarını

andırır tuzih'in koyunlarını ve vecre'nin
yavrularına sevecen bakan ahularını

develer hızlanıp seraba karıştı dersin ki
birer tepecik andırır bişe ılgınlarını

hayır nevar'dan ne hatırlayabilirsin ki sen
uzak düştün unuttun eski yeni yollarını

murre'dendir o sevgili Feyd'te konaklamıştır
hicaz'a komşu olmuş bilemezsin meramını

bazen çıkar iki dağın doğu yamaçlarına
bazen kasteder ferde'ye yakın ruham dağını

bazen de yemen'e düşerse yolu kasteder
belki de savaık, vihafulkahr ve tilham'ını

vuslat umudu olmayan yardan kes umudunu
iyisi mi unut sen giden yarin vuslatını

iyiliğe sen de iyilikle karşılık ver ki
silemez geçen zaman izini ve nişanını

onlar komşularının ilkbahırıdırlar ve dul
kadının bir türlü geçirememişse yılını

Lebid

* * *

Senden Önce Bütün Kadımlar Varsayımdı

Senden önce
Denizin adı yoktu
Güllerin adı,
Güneşin adı yoktu
Ne otlak vardı, ne ot
Senden önce bütün kadınlar varsayımdı
Bütün şiirler yalandı
Seni sevmiyorsam ben
O zaman neyi seviyorum?
Nizar Kabbani


Üzersin beni dedim üzüntün geçer dedi
Ayım ol benim dedim çıkarsa eğer dedi

Dedim zülfün büklümü bana yolu şaşırttı
Sana kılavuz olur bilirsen eğer dedi

Dedim ki sevenlerden öğren vefa yolunu
Ama bundan anlamaz ki ay yüzlüler dedi

Dedim ki dudağının tadı öldürdü bizi
Sen kulluk et ki kulluluk hamı ram eder dedi

Dedim sevecen kalbin ne zaman barışır ki
Sen çek cefanı vakti gelene kadar dedi

Dedim ki hayaline gözlerimi dikeyim
O gece yürür başka yollardan geçer dedi

Dedim ki ölümsüzlük bağından esen rüzgar
Serin bir esinti yar köyünden eser dedi

Dedim buluşma anı gördün mü nasıl geçti
Sus Hafız bu keder de gün gelir geçer dedi

Hafız

Yine gel sen dinle benden
Yerli yerli yerli yerli
Hep Çalarım ten ten tenen
Yerli yerli yerli yerli

Yerla ve yerlem yerlela
Yerla ve terlem terlela
Bir söz söyle sessiz durma
Yerli yerli yerli yerli

İçki sunan sun içkiyi
Çalgı çalan çal şu neyi
Söyle telala talela
Yerli yerli yerli yerli

Ten ten tenen ten ten tenen
Söylenirsin kuş gibi sen
Uveys gibi ender Karen
Yerli yerli yerli yerli

Şems gibi kendini sustur
Git kinden kibirden kurtul
Şems-i Tebrizi'yle otur
Yerli yerli yerli yerli
Mevlana


Gönül git biriyle otur gönül ne o bilmiş olsun
Bir ağacın altına git çiçekleri ıslak olsun

Bu attarlar çarşısında başıboşlar gibi gezme
Birinin dükkanına gir dükkanda şekeri olsun

Kaynayan her kazan için kadeh getirip oturma
Kaynayan her kazan içre olur mu dileğin olsun

Her kamışın şekeri yok her altın da üzeri yok
Her gözün sezeri yok Her denizde töz mü olsun

Eğ başını sığmıyorsan iğne deliğinden eğer
Geçmiyorsa ipin ucu kalınlığı neden olsun

Işıktır bilinçli gönül eteklerine içki dök
Bu yelden dilekten vazgeç bunda ne acı mı olsun

Sen dileği bırakırsan bir pınara ulaşırsın
Orada bir dost bulursun ciğeri su dolu olsun

Ciğerini su kaplasa yeşil ağaca benzersin
Sürekli ürün verir o gönül ondan dolu olsun Mevlana


Gönül acıyla doludur bir merhem isteyeyim
Can yalnızlıktan usandı bir hemdem edineyim

Kim güvenebilir şu döngünün dönmelerine
İçki sunan bana içki sun da biraz dinleneyim

Kalk Semerkantlı Türk kızı bugün analım biz
Sevgisiyle Muliyan suyundan ben içmekteyim

Bir akıllıya dedim bak şu işe güldü dedi
Güç bir gün ilginç bir iş işte başka ne diyeyim

Yandım sabır kuyusunda o mumun sevgisiyle
Türk kral unuttu bizi Rüstem’e sesleneyim

Sevgi yolunda güven de huzur da beladır
Acınla şifa isteyen kalbi ben ne edeyim

Hırslılar ve nazlılara rintlik köyüne yol yok
Yer yakacak yolcu gerek çiğleri ne edeyim

Şu toprak dünyasında hiç ele geçmiyor insan
Başka bir dünya kurmalı başkasını seveyim

Hafız'ın ağlayışı aşkın karşısında ne ki
Şu tufanda bin denizi bir damlacık edeyim
Hafız

Allahım bu vuslatı hicran etme
Aşkın sarhoşlarını nalan etme

Sevgi bahçesini yemyeşil bırak
Bu mestlere bahçelere kasdetme

Dalı yaprağı vurma hazan gibi
Halkını başı dönmüş zelil etme

Kuşunun yuvasının ağacını
Yıkma da kuşlarını perran etme

Kumunu ve mumunu karıştırma
Düşmanları kör et de şadan etme

Hırsızlar aydınlığın düşmanıdır
Onların işlerini asan etme

İkbal kıblesi yalnız bu halkadır
Umut kabesin öyle viran etme

Bu çadır iplerini öyle katma
Çadır senindir eya sultan etme

Yok dünyada hicrandan daha acı
Ne istiyorsan et de onu etme
M e v l a n a


Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme

Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme

Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme

Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme

Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme
M e v l a n a


geçmiş olan dünden hiç yad etme
yarın da gelmemişken feryad etme
düşünme geleceği de geçmişi de
şimdi şen ol da yaşamı berbad etme


arkadaş dünya için boş yere üzülme
şu hurda dünya için gereksiz yere üzülme
var olan zaten geçti yok da ortada yok
şen ol da var için yok için üzülme


yaşam düşüncesini altmıştan öte atma
nereye adım atsan sarhoş olmaksızın atma
şimdi daha kafatasından bir tas yapılmamışken
sen testiyi sırtından kadehi elinden atma


keşke bir erinç yeri olacak olsa idi
ya da şu çok uzak yola ulaşılsa idi
keşke toprağın altından bin yıl sonra bile
otlar gibi yeşerme umudu olsa idi
Ö m e r H a y y a m

S U K A S İ D E S İ
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denli dutuşan odlara kılmaz çare su

Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su

Zevk-i tiğından aceb yok olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırakır rahneler dîvâre su

Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su

Suya versin bağban gülzarı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su

Ohşadabilmez gubârını muharrir hattına
Hâme tek bakmaktan inse sözlerine kare su

Ârızın yâdiyle nemnâk olsa müjgânım n'ola
Zayi olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su

Gam günü etme dîl-i bîmardan tiğin diriğ
Hayrdır vermek karanû gecede bîmâre su

İste peykânın gönül hecrinde şevkim sâkin et
Susuzum bu sahrede benim içün are su

Ben lebin müştâkıyım zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelir huşyâre su

Ravza-yı kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
Âşık olmuş gâlibâ ol serv-i hoş reftâre su

Su yolun ol kûydan toprağ olup tutsam gerek
Çün rakîbimdir dahi ol kûya koyman vare su

Destbûsi arzûsiyle ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anınle yâre su

Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger
Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su

İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budağının mîzacına gire kurtâre su

Tînet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktidâ kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâr'e su

Seyyid-i nev'i beşer deryâ-yı durr-i istifâ
Kim sepiptir mu'cizâtı âteş-i eşrâre su

Kılmak için taze gülzâr-ı nübüvvet revnakın
Mu'cizinden eylemiş izhar seng-i hâre su

Mu'ciz-i bir bahr-i bî-pâyan imiş âlemde kim
Yetmiş andan bin bin âteşhâne-i küffâre su

Hayret ilen parmağın dişler kim etse istima
Parmağında verdiği şiddet günü Ensâr'e su

Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su

Eylemiş her katrede bin bahr-i rahmet mevchîz
El sunup urgaç vuzu için gül-i ruhsâre su

Hâk-i pâayine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taştan taşa vurup gezer âvâre su

Zerre zerre hâk-i dergâhına ister salar nûr
Dönmez ol dergâhtan ger olsa pâre su

Zikr-i na'tın virdini derman bilir ehl-i hatâ
Eyle kim def-i humar için içer meyhâre su

Yâ Habîballah yâ Hayr'el-beşer müştâkınım
Eyle kim lebteşneler yanıb diler hemvâre su

Sensin ol bahr-i kerâmet kim Şeb-i Mi'rac'da
Şeb-nem-i feyzin yitirmiş sâbit ü seyyâre su

Çeşm-i hûrşidden her dem zülâl-ı feyz iner
Hâcet olsa merkâdin tecdîd eden mi'mâre su

Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dîl-i sûzânıma
ebr-i ihsanın sepe ol nâre su

Yümn-i na'tınden güher olmuş Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsandan dönen tek lü'lü-i şehvâre su

Hâb-ı gafletten olan bîdâr olanda rûz-i haşr
Hâb-ı hasretten dökende dîde-i bîdâre su

Umduğum oldur ki Rûz-i Haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vaslın vere ben teşne-i dîdâre su
F u z u l i

S U K A S İ D E S İ
Saçma ey göz yaşından gönlümdeki ateşe su
Ki bu denli tutuşan ateşe olmaz çare su

Ya su rengindedir gök rengini göremiyorum
Ya da gözümden yayılmış hepten gökyüzüne su

Kılıcının zevkiyle parçalansa gönül ne olur
Ki akıp geçerken yarıklar açar duvarda su

Yaralı gönlüm korkuyla söz eder kirpiğinden
Nitekim korkuyla içer kimde olsa yara su

Suya versin bahçıvan gülzarı zahmet çekmesin
Bir gül açmaz yüzün gibi verse bin gülzara su

Hattat yazısıyla benzetemez yüzünün tüyünü
Kağıda bakmaktan inse gözlerine kara su

Sevgili anısıyla ıslansa kirpik ne olur
Boşa gitmez gül umuduyla vermek dikene su

Gam günü esirgeme hasta kalbe oklarını
Hayırdır vermek karanlık gecede hastaya su

İste gönül o yokken kirpiğin özlemim gider
Susuzum gez bu sahrada benim için ara su

Ben dudağı arzularım zahitler kevser ister
Nitekim meste mey içmek hoş gelir ayıka su

Her an yerinde durmayıp senin köyünden geçer
Aşık olmuş galiba o hoş huylu serviye su

Su yolunu o köyden toprak olup tutsam gerek
Rakibimdir diye bırakmam varsın o köye su

El öpme arzusu ile ölecek olsam dostlar
Testi yapın toprağım sunun onunla yara su

Servi dik başlı olur yalvaran kumruya karşı
Eteğin tutup ayağına düşse yalvarsa su

İçmek ister o bülbülün kanını hile ile
Gül budağının doğasına gire kurtara su

Tertemiz doğasını göstermiş dünyalılara
Uymuş seçilmiş Ahmed peygamberin izine su

İnsan türü efendisi af denizinin incisi
Serpmiş mucizesi kötülerin ateşine su

Peygamberlik bahçesini yemyeşil kılmak için
Çıkarmış mermer taşından mucizeleriyle su

Mucizesi dünyada öyle engin bir deniz ki
Yetirmiş kafirlerin bin bir ateşevine su

Hayret ile parmağını ısırır kim dinlese
Parmağından vermesi şiddet günü Ensar'a su

Dostu yılan zehiri içse hayat suyu olur
Düşmanı su içse döner yılan zehirine su

Var etmiş her damladan binlerce dalgalı deniz
Abdest alırken değdiğinde yanaklarına su

Ayağının toprağına varayım der çağlardır
Başını taştan taşa vurup gezer avare su

Zerre zerre eşik toprağına salmak ister nur
Dönmez o eşikten lime lime bile olsa su

Natının virdini hata işleyen ilaç bilir
Nasıl ki içkiden sonra içer ayyaş bile su

Ey peygamber ey en güzel insan seni özlerim
Nasıl ki susuzlar yanıp arar yana yana su

Sensin keramet denizi ki miraç gecesinde
Feyzin şebnemi yetirmiş durana gezene su

Güneşten her zaman duru ışıklar saçılır ki
Gerekince kabrini imar eden mimara su

Cehennem korkusu ateş salmış yanık gönlüme
Umarım rahmet bulutu serper o ateşe su

Natın kutuyla cevher olmuş Fuzûlî sözleri
Nisan bulutundan inen inci gibi yere su

Gaflet uykusundan uyandığında mahşer günü
Aşık gözlerden hasret ile döküldüğünde su

Umudum şudur ki mahrum kalmam kıyamet günü
Vuslat pınarın verir şu seni özleyene su
F u z u l i

Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı

Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyadır halkı efgânım gara bahtım uyanmaz mı

Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı

Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı

Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Bana ta'n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı

Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı

Gazel

Ezel kâtipleri uşşâk bahtın kare yazmışlar
Bu mazmûn ile hat ol safha-i ruhsâre yazmışlar

Havâs-ı hâk-i pâyun şerhini tahkîk edîp merdüm
Gubâr îlen beyâz-ı dîde-i hûnbâre yazmışlar

Girip büthâneye kılsan tekellüm cân bulur şeksiz
Musavvirler ne sûret kim der ü dîvâne yazmışlar

Muharrirler yazanda her kime âlemde bir rûzî
Bana her gün dil-i sad-pâreden bir pâre yazmışlar

Yazanda Vâmık u Ferhâd u Mecnûn vasfın ehl-i derd
Fuzûlî adını gördüm ser-i tumâre yazmışlar
F u z u l i

KASİDE-İ BÜRDE'NİN MANZUM ÇEVİRİSİ
Türkçesi Abdülhakim KOÇİN

Suad benden uzaklaştı kalbim bugün hasta kırık
Ayaklarında bir zincir boğazında bir hıçkırık

Suad yok artık giderken gözü gönlü kan gibiydi
Mağrur gözlerle bakışı inleyen ceylan gibiydi

Tombul görünür giderken gelirken, incedir beli
Aklını alır başından, görenleri eyler deli

Suad tebessüm edince görünür dişleri ıslak
Işık saçar ışıl ışıl, pırıl pırıl, parlak parlak

Dişlerinde bu ıslaklık çakıldan çıkan sulardır
Ya da soğuk rüzgarlarla berraklaşmış bir pınardır

O sudaki her nesneyi temizler sabâ rüzgarı
Şırıl şırıl o vadiyi doldurur yağmur suları

Suad ne güzel, ne cömert, ah bir bilsen ne soyludur
Öğüt ve bir de söz tutsa gör ki ne melek huyludur

Ancak öyle sevgili ki kastı hep acı vermektir
Bir vasfı da vefasızlık, verdiği sözden dönmektir

Suad sanki gulyabani, her gün renkten renge girer
Bugün vefadan söz etse, yarın bin bir cefa eder

Sözüne hiç güvenilmez, vefası hiç yok doğrusu
Sözü bil ki öyle tutar, kalbur nasıl tutarsa su

Onun sözü temennisi seni sakın aldatmasın
Boş düşlerle oyalayıp dertlerine dert katmasın

Urkub'a benzer Suad'ın her dediği yalan dolan
Vuslat için söz verirse, bil yine hasrettir kalan

Kalbimdeki sevgin yeter, bilirsin vuslatın muhal
Varsam dişi bir deveyle çıksam, ulaşırım belki

Öyle bir deve olsun ki bilmesin yorulmak nedir
Alıkoymasın yolundan gündüz güneş gece bedir

Terler boşansın başından ama o hep koşabilsin
Yol iz kalmamış çölleri şaşırmadan aşabilsin

Tepelerde sahralarda görünmez izleri görsün
Eşini kaybetmiş gibi keskin gözlerle iz sürsün

Gerdanıysa geniş olsun ayakları dolgun etli
Damazlıklardan kuvvetli, damızlıklardan heybetli

Boynu kalın uzun olsun hep, üstten görsün her şeyi
Geniş böğrüyle andırsın güçlü bir erkek deveyi

Derisiyle zürafadan kaygan olsun kurt girmesin
Güneşte azgın aç kalan keneler diş geçirmesin

Kanına kan karışmasın, boynu uzun ve çok çevik
Gören ya ceylan zannetsin ya soylu at ya da geyik

Onun mermer gibi kaygan düzgün pürüzsüz göğsüne
Düşüversin tutunmasın güneşte aç kalmış kene

Bir yaban eşeği gibi serbest atılgan ve seri
Dirsekten kasları ayrık, sığmasın tombul etleri

Külünk gibi sapsağlam çenesinden ensesine
Ve yine hep sağlam olsun gerdanından ta yüzüne

Uzun kıllı top kuyruğu adeta bir hurma dalı
Delikleri açılmamış memeleri kapatmalı

Yumru burnu, kulakları soyluluğu ele verir
Beyaz olur yanakları, deveden anlayan bilir

Ayakları yer tutmasın sırrım gibi sert ve ince
Ve koparsın fırtınalar süratle yere değince

Taşlık tepeler aşarken atsın deri mahfazayı
Çakıl fırlatsın bastıkça mızrak gibi sert ayağı

Seraplarla peçelenip terler dökünce sırtından
Ön ayağı takip etmek mümkün değil süratından

Kertenkelenin sırtı çöl güneşinde pişse bile
O yılmadan yarışmalı aynı süratle yel ile

"Dinleniniz" dese bile gri renkli çekirgeler
O gölgeye meyil etmez bu sözlere kanmaz gider

Ön ayın hareketi, bir kadının dövünmesi
Yavrusundan ayrı düşmüş kesilmiş soluğu sesi

Yürüyüşte gösterdiği süratli, hızlı gidişi
Parçalanmış kara bağra ellerin kalkış inişi

O kadın ki lime yüreğinde yüz yara var
Paramparça yakasından göğsünü tırnakla yırtar

Suad'ın hasreti az mı, kötü ruhlu koğucular
"Ey Ebu Sülma'nın oğlu kurtuluşun yok" diyorlar

Medet umduğum dostlarsa benden el eteği çekmiş
Her güzele gönül veren bu hasretle ölecekmiş

Tek başıma kalakaldım ve dedim ki dostlar durun
Takdir Allah'ın elinde, ne dilerseniz uydurun

Kurtuluş olmaz bunun, ölümü her can tadacak
İnsan yüz yıl yaşasa da o tahtada taşınacak

Emir verdiyse katlime Allah'ın Resûl'ü bilir
Benden hata Resûl'dense müsamaha af beklenir

Kendimi savunmam için ey şanı yüce Peygamber
Kur'an-ı Sana bahşeden Allah için bir mühlet ver

Azıcık suçum olsa da bilirsin ki bir beşerim
İnanma her söze n'olur beni affet Peygamberim

Makamında boynum bükük düşkün çaresiz ve sefil
Titrer çökerdi vallahi, gördüğümü görseydi fil

Kutlu fermanı olmazsa iki dünyam kararacak
Hüküm o yüce Resûl'ün O'dur beni kurtaracak

Sağ elimi uzattım ki eli adaletin eli
Aklı olan itirazsız hükmüne boyun eğmeli

Yüce Resulullah ile konuştuğumda kazara
Sen mes'ulsün derse bil ki bu en korkunç bir manzara

Aslan yatağı Asser'de kandan ölümden korkmayan
En kahraman aslan O'dur yiğit heybetli atılgan

Öyle bir aslan düşün ki her gün ava erken çıkar
Yavrusu beslensin diye insan ve hayvan parçalar

Zayıfla tenezzül etmez dengiyle ancak cenk eder
Hücum edince dengine bir darbede yere serer

Çölün aslanları O'nun ses çıkarmaz korkusundan
Bulunduğu yerde gezmez kendisini erkek sanan

Gezdiği yerlerde her kim kendini mert yiğit sanır
Yem olur bil kurda kuşa silahları parçalanır

Kılıcımdaki kıvılcım karanlığı yaran bir nur
Şüphe yok ki kurtuluşa bizi götürecek O'dur.

Kutlu Mekke vadisinde şeref bulunca vahyile
Hicret ediniz dediler Kureyş'ten gelen kafile

Konuştular anlaştılar gün döndü vakit kısaldı
Hicret etti yiğitleri zayıf güçsüzleri kaldı

Bunlar ki başları dimdik gözü kara birer erdir
Davud'a mahsus zırhları giyen şanlı yiğitlerdir

Zırhlarının büklümleri sanatta ayrı hadise
Birbirine sıkı geçmiş ayrık otları nerdeyse

Şımarmazlar mızrakları yere serince düşman
Ve ümitsiz de olmazlar olursa yenilgi anı

Bembeyaz develer nasıl yürürlerse asaletle
Öyle yürürler savaşta düşman üstüne heybetle

Hep göğüsten vurulurlar aramazlar kefen bezi
Ürker ama ürkütemez onları ölüm denizi

mmmsayir@yahoo.com | Türk Şiiri | Muallakalar
Free Web Hosting