el Hamra'nın girişindeydi buluşmamız
Bu randevusuz buluşma ne güzeldi
Göz çukurlarında iki kara göz vardı
Uzaklıklar uzaklıkları getirirdi
Sordum ona: İspanyol musun diye
O da Gırnata'da doğmuşum deyiverdi
Gırnata mı!? O denli uykudan sonra
Gözlerimde yedi asır birden uyanıverdi
Emevi sancakları çekilmiş duruyordu
Küheylanları iyice bağlanmış halde idi
Ne garip şey tarih beni torunlarımdan
Esmer bir kıza nasıl döndürüverdi
Şamlı bir sima gördüm ki ondaki,
Suad'ın gerdanı ve Belkıs'ın kirpiğiydi
Eski evimizi gördüm ki bir odada
Annem benim yatağımı sermekteydi
Yaseminler süslenmiş yıldızlarıyla
Altınsı havuzdan duyulan ezgilerdi
Şam nerede dedim gösterir misin bana
Dökülmüş saçlarında Sevad nehrini
Senin Arap yüzünde o koyda hala
kucaklamakta olan yurdumun güneşini
Hoş kokulu bahçelerin kokusunda, suyunda
baklada, reyhanda ve turunçta gizlediği
Yürüdü benimle arkadan dökülen saçlarıyla
Biçilmeden bırakılmış sümbüller gibi idi
Uzun küpe ışıl ışıl ışıldar kulağında
Yılbaşı gecesi mumlarına benzemekteydi
Bir çocuk gibi yürüdüm öncümün peşinden
Arkamda duran tarih bir kül yığını gibiydi
Süslemelerin nabzını duyar gibiydim
Ve tavanlardaki altın süslemelerin sesini
Burası el Hamra, atalarımızın övüncü bu
Oku duvarlarında yazılı azametimi dedi
Azametini! sildim kanayan bir yarayı
Sonra yüreğimle sildim bir diğerini
Keşke bu güzel varisim o kasdettiği
Kişilerin atalarım olduğunu bilse idi
Onunla vedalaşırken sarıldım bir adama
O da Tarık bin Ziyad adında bir kişiydi
Nizar Kabbani
Ters Akan Nehir Yoktur
1.
Artık olduğum gibi olamam
Sen de sıradan bir kadın olamazsın artık
Bu aptallık olur
Ben artık şaşkınlığımı tekrarlayamam
Yiğitliğimi de
Buluşma anındaki gerginliğimi de
Sen hiç tersine akan bir nehir gördün mü??
2.
Kızma bana
Olayı açıklamaya çalışacak olsam
Ben kadınlarla konuşurken gerçekçi olurum
Aklın sesini duygunun sesiyle karıştırmam
Değişti bütün koşullar
Değişti seslerimiz
Değişti sözcüklerimiz
Değişti geleneklerimiz
Değişti...
Yastıklar, oturaklar, şilteler, perdeler...
Çiçek havuzlarının yeri bile
3.
Nisan iki kez gelmez
Şimşek aşıklara günde iki kez görünmez
Şiir de sevgiliye iki kez okunmaz
Dünyanın hali bu...
Yağmuru üretemeyiz
Düşlerde, değiştiremeyiz ayın yapısını
4.
Ben uzun zamandan beri ekvatorda yaşıyordum
Adreslerim senin dudaklarına işlenmişti, kadınım
Ve ahuların boyunlarına
Bugün başka adresim kalmadı açık havadan başka
5.
O bir çılgınlık haliydi gelip geçti
Şimşekleriyle, yıldırımlarıyla
Karlarıyla, rüzgarlarıyla
Başarabilir miyiz acaba
Derinliklerimizde havaların düzelmesinden sonra
Çılgınlık mayınlarını patlatmayı?..
6.
Seni sözlerimle yaraladığımı biliyorum
Şişeyi gülnar bahçelerine fırlatırken kendimi yaraladığımı da
Kendi hançerimle intihar ettiğimi biliyorum
Gündüzün kandilini kırdığımı da
Bu aptallığı yaptıysam
Perdenin arkasında oynamayı bilmediğim içindir
7.
Ben teyp cihazlarından korkuyorum
Kendi sesimden
Kendi dilimden
Kendi şiirimden
Kendi nesrimden
O zaman sözün faydası ne?
Ben hafızamı yitirdim
Yüzlerin, gözlerin içine dalıp bakıyorum
Karşımda kimse göremiyorum
Senin gözlerine dalıp bakıyorum
Ne pamuk görüyorum ne bal
Ne de kuş tüyü için söylenenleri
Döşeğin içindeki dolguya bakıyorum
Kırıntılarımdan başka bir şey göremiyorum
8.
Bu tarihtir, başımızı kesiyor
Kaçabilir miyiz çağların kılıcından!
İspanya düştü...
Ne gül kaldı ne mersin
Ne de köşklerin fıskiyelerinde şakırdayan bir su
Tekrarlayamam artık ilk kasidelerimi
Denizlerin müziği üstünde raks edemem
Senin dağılan azametini
Geri getiremem, yiğitlik, yücelik ve gurur günlerini
Günlerin akrepleri, kadınım, dönüyor...
Benim de tutumlarım...
Ve duygularım dönüyor!!
9.
Bu dönem dar bir dönem
Sözcükler kendine bir boşluk arar oldu
İnsan özgürlüğü kendine bir hava arar oldu
Sevmek suç oldu
Kadınlar kırılıp üst üste yığıldı!!
10.
Tren kalktı,
Biz hala istasyondaki kahvehanede oturuyoruz
Biletlerimiz kayboldu...
Hala istasyon içinde ne yapacağımızı bilmez bir haldeyiz
Paltolarımız vücutlarımıza yapıştı
Şefkat kentleri alt üst oldu
Sabahla birlikte yola çıkacak mıyız gerçekten?
Yoksa yolculuk etmeyecek miyiz??
11.
Tren kalktı,
Bizim bu haritada yerimiz yok
Ne kuzey ne de güneyde
Ne sabah ne de akşamda
Tren yürüdü, biz de çocukluğa dönemeyiz...
Yaseminlerin akına da...
12.
Benim artık dönecek bir evim kalmadı
Kadınların yurdunda
Sen hiç tersine akan bir nehir gördün mü??
Karşılaştırmalı Aşk
Ben benzemem başka aşıklara, kadınım
Başkası bulut armağan etse sana
Ben yağmur armağan ederim
Fener armağan etse sana
Ben ayı armağan ederim
Dal armağan etse sana
Ben ağaçları armağan ederim
Başkası binit armağan etse sana
Ben yolculuk armağan ederim
kahve falı
oturdu gözlerindeki korkuyla
bakıyor ters çevrilmiş fincanıma
dedi ki
evladım üzülme
aşk var alın yazında
evladım
şehit olurlar
ölürken yarin dini üzere ölenler
fincanın ürkütücü bir dünya
hayatın sefer ve savaş
çok seveceksin evladım
çok da öleceksin evladım
aşık olacaksın dünyanın bütün kadınlarına
ardından yenilmiş bir kral gibi geri döneceksin
***
hayatında evladım bir kadın var
gözlerine bakmaya doyamazsın
ağzı salkım gibi resmedilmiş
gülüşleri müziktir ve gül
ama senin göğün yağmurlu
yolun kapalı
çünkü sevdiceğin evladım
tılsımlı bir sarayda uyuyor
büyük bir sarayda evladım
itler koruyor sarayı ve askerler
kalbinin prensesi ise uyuyor
odasına giren kayboluyor
onu babasından isteyen
bahçesinin duvarından atlayan kayboluyor
saç örgülerini çözmeye kalkışan
evladım
kayboluyor... kayboluyor
***
çok fal baktım bundan önce çok da yıldız falı
ama senin fincanın gibi
bir fincana rastlamadım
görmedim evladım
hüznüne benzer bir hüzün
alnına ebede dek aşkta
hançer üstünde yürümek yazılmış
sedefler gibi yalnız kalmak
söğüt dalı gibi hüzünlü kalmak
alnına yazılmış ebede dek
aşk denizinde açılmadan yüzmek
milyonlarca kez sevmek
azledilmiş kral gibi geri dönmek
*
*
*
daha fazla aşk ver bana
daha fazla aşk ver bana daha fazla
benim en güzel çılgınlık nöbetim
dokularımdaki hançer yarası
bıçak kesiği
daha fazla batır beni kadınım daha fazla
deniz çağırıyor beni
daha fazla ölüm sun bana
ölüm öldürürken can verir bana belki
***
benim haritam aşkındır
artık dünya haritası ilgilendirmiyor beni
ben aşkın en eski başkentiyim
yaram eski mısır yazısı
yayılır acılarım bir yağ lekesi gibi
beyrut’tan çin’e kadar
bir kafiledir acılarım
şam halifeleri çin’e kadar gönderdi
milattan sonra yedinci yüzyılda
kayboluverdi bir ejderhanın ağzında
***
yüreğimin serçesi, nisanım
sen denizlerdeki kum, zeytinliklerdeki ağaçsın
karın, ateşin tadı
kuşkumun, inancımın tadı
meçhulden korkuyorum evine al beni
karanlıklardan korkuyorum sar beni
üşüyorum ört beni
çocuklara anlatılan öykülerden anlat bana
dur gitme yanımda kal
şarkılarımı söyle
ben ezelden beri
bir yurt ararım alnıma
bir kadın aşkı
beni duvarlara yazıp silecek
bir kadın aşkı
güneşin sınırına götürecek
***
ömrümün parıltısı, yelpazem
kandilim bahçemin boşluğu
bir köprü kur benim için limon kokulu
bir fildişi tarak gibi
batır beni saçlarının arasına unut beni
sonbahar yapraklarında kalmış
yolunu şaşırmış bir su damlasıyım ben
***
daha fazla aşk ver bana daha fazla
benim en güzel çılgınlık nöbetim
senin için saldım bütün kadınlarımı
tarihi bıraktım arkamda
attım doğum belgelerini
bütün damarlarımı kestim
*
*
*
hüzün kasidesi
aşkın öğretti bana hüznü
asırlardır muhtaçtım ben
bana hüznü tattıracak bir kadına
bir serçe gibi
kolları arasında ağlayacak
kırık cam parçaları gibi
hüznümü toplayacak bir kadına
aşkın öğretti bana kadınım
en kötü adetleri
kadehimi gecede
binlerce kez açmayı
şifalı bitkileri denemeyi
falcıların kapısını çalmayı
kaldırımlarda volta atmak için
evimden çıkıp gitmeyi
yüzünü aramayı
yağmur altında arabaların ışıkları arasında
izlerini aramayı
afişlerde
bile
aşkın öğretti bana
bütün çingeneleri kıskandıracak
bir çingene saçı bulmak için
saatlerce yere kapanmayı
bütün yüzlere bütün seslere bedel
bir yüz bir ses bulmak için
aşkın girdirdi beni kadınım
hüzün şehirlerine
oysa ben senden önce girmemiştim
hüzün şehirlerine
gözyaşının insanın kendisi olduğunu bilmezdim
insanın hüzünsüz
insansı olduğunu
aşkın öğretti bana
çocuklar gibi olmayı
yüzünü tebeşirle çizmeyi
duvarlara balıkçı ağlarına
çanlara
haçlara
aşkın öğretti bana
aşkın zamanın haritasını nasıl değiştirdiğini
aşıkken dünyanın dönmemeyi bıraktığını
öğretti
aşkın öyle şeyler öğretti ki bana
hiçbir zaman aklıma gelmemişti
çocuk öyküleri okudum
cin krallarının saraylarına girdim
sonra kral kızının
benimle evleneceğini hayal ettim
gözleri koyların sularından duruydu
dudakları nar çiçeklerinden tatlıydı
prensler gibi onu
kaçırmayı hayal ettim
aşkın öğretti bana kadınım hezeyanın ne olduğunu
ömrün nasıl geçip
kral kızının gelmediğini
aşkın öğretti bana hüznü
asırlardır muhtaçtım ben
bana hüznü tattıracak bir kadına
bir serçe gibi
kolları arasında ağlayacak
kırık cam parçaları gibi
hüznümü toplayacak bir kadına
N İ Z A R K A B B A N İ
M U A L L A K A L A R
Ummi Evfa'dan mı kalmış bu sessiz izler
Havmanete'd-Derrac ve Mütesellim'de sezilir
Dostum bak Cürsüm ve Alya'da Deve üstünde
Giden kadınlar görüyor musun birden geçiverir
En derin yerde masmavi suya varınca inip
Çadır kurar gibi asaları yere salıverir
O eve and olsun ki çevresinde onu kurmuş
Kureyşli ve Curhumlu erkekler dönüverir
Kıyasıya vuruşup aralarında ezmişken menşemi
Abs ve Zubyan'ın yardımına birden koşuverir
Dediniz ki barışa mal ve iyilikle ulaşırsak
İnsanlar yok yere ölmekten hepten kurtuluverir
İnsanlar arasındaki kırgınlığa engel olup
Barışı sağlamanız en güzel iştir herkes bilir
Muad soyunun en üstün iki yıldızı oldunuz
Kim bir hazineyi gözden çıkarırsa yücelir
İçinizdekileri Allah'tan gizlemeyin
Ne kadar gizlense de Allah onu bilir
Erteliyor bir kitap içinde biriktiriyor
Ya hesap gününe bırakır ya da öç alıverir
Savaş şu bilip tattığınız şeyden ibarettir
Bu söz öylesine bir söz değil herkes bilir
Savaş ateşini körükledikçe kınarlar sizi
Kızıştırdıkça kızışır sönmez hale gelir
Değirmen taşları gibi önce öğütür sizi
Sonra deve gibi her yıl ikiz doğuruverir
Ad'ın kızıl devesi gibi size tümden uğursuz
yavrular doğurup emzirir de sütten kesiverir
Yaşamın gereklerinden bıktım kim yaşasa
Seksen yıl o inan hepten bıkıverir
Dün bugün ne taşıyorsa önceden bilirim
Ama yarının ne taşıdığını kim bilebilir
Ölümü gördüm gece görmez gibi kim vursa
Ölüverir, kim geçse yere kök salıverir
Kim de birçok konuda geçinmezse devenin
Ayakları ile dişleri altında ezilir
Kim de iyilik yapsa onurun korumaya
Yücelir, kim de sövse kendine sövgü gelir
Kim de varlıklı olarak cimrilik yapar ise
Kendisinden yüz çevrilir de kötülenir
Kim de sözüne bağlı kalsa kötülenmez
Kim de kalbi durgunluk bulsa gidiverir
Kim de ölüm yollarından korksa onu bulur
Göklere tırmansa kaçsa bile ölüverir
Kim de iyiliği değmez kimselere yapsa
Yazıksar aldısı kötülenmek oluverir
Kim de mızrak tutacına başkaldırırsa diller
Gibi oturtulan uca boyun eğiverir
Kim yurdunu silahları ile donatmazsa
Yıkılır, kim de kimseyi ezmezse ezilir
Kim de yadellere düşse dostunu düşman bilir
Kim de özünü yüceltmezse aşağsanıverir
Nasıl bir haslet olursa olsun insanda
Gizlemek istese de bir gün biliniverir
Nice sessiz insan görürsün şaşırırsın
Konuşma çokluğundan ya da azlığından gelir
Gencin dili yarı kalbi öteki yarısıdır
Et ve kan görüntüsünden gerisi gidiverir
Yaşlının çılgınlığından sonra bir düş olmaz
Ama genç çılgınlıktan sonra düşe dalıverir
İstedik verdiniz yine istedik yine verdiniz
Kim istekte aşırıya kaçarsa yoksun kalıverir
Zuheyr b. Ebi Sulma
diyardan siliverdi yerini ve makamını
mina’nın yıkıverdi gavlını ve ricamını
reyyan’dan akan suların bozuldu yatakları
kalan izleri andırır silik taş yazıtını
sönmüş ocaklar bulunan buralarda yaşanmış
nice yıl geçirmiş helal ve haram aylarını
buralarda ilkbahar şimşekleri çakmış sonra
yıldırımlar yağdırmış yağmuru ve sağnağını
gecenin karanlığında yağmur indiren kara
akşam bulutlarıysa yağdırmış yağmurlarını
yabani bitkiler yeşermiş ırmak boylarında
görürsün yavrulamış ahu deve kuşlarını
gürbüz danalar görürsün öbek öbek gezerler
iri gözlü inekler emzirir yavrularını
yarin izini ortaya çıkarır sel suları
nasıl ki kalem çıkarır silik yazılarını
bu anılar yeniden canlanıverdi, nasıl ki
dövmeci kadın yeniler dövme yuvarlağını
durdum sormak için ona ama nasıl olur ki
dilsiz sert taşlardan almak mümkün mü cevabını
ıssız kaldı buralar, herkes bir sabah ansızın
göçtü geride bıraktı arkını ve çalısını
yarin yurdu üzdü seni göç yola koyulken
pamuk hevdeç
katar katar salına salına yürür develer
göç edenler andırır sürmeli bakışlarını
andırır tuzih'in koyunlarını ve vecre'nin
yavrularına sevecen bakan ahularını
develer hızlanıp seraba karıştı dersin ki
birer tepecik andırır bişe ılgınlarını
hayır nevar'dan ne hatırlayabilirsin ki sen
uzak düştün unuttun eski yeni yollarını
murre'dendir o sevgili Feyd'te konaklamıştır
hicaz'a komşu olmuş bilemezsin meramını
bazen çıkar iki dağın doğu yamaçlarına
bazen kasteder ferde'ye yakın ruham dağını
bazen de yemen'e düşerse yolu kasteder
belki de savaık, vihafulkahr ve tilham'ını
vuslat umudu olmayan yardan kes umudunu
iyisi mi unut sen giden yarin vuslatını
iyiliğe sen de iyilikle karşılık ver ki
silemez geçen zaman izini ve nişanını
onlar komşularının ilkbahırıdırlar ve dul
kadının bir türlü geçirememişse yılını
Lebid
* * *
Senden Önce Bütün Kadımlar Varsayımdı
Senden önce
Denizin adı yoktu
Güllerin adı,
Güneşin adı yoktu
Ne otlak vardı, ne ot
Senden önce bütün kadınlar varsayımdı
Bütün şiirler yalandı
Seni sevmiyorsam ben
O zaman neyi seviyorum?
Nizar Kabbani
Üzersin beni dedim üzüntün geçer dedi
Ayım ol benim dedim çıkarsa eğer dedi
Dedim zülfün büklümü bana yolu şaşırttı
Sana kılavuz olur bilirsen eğer dedi
Dedim ki sevenlerden öğren vefa yolunu
Ama bundan anlamaz ki ay yüzlüler dedi
Dedim ki dudağının tadı öldürdü bizi
Sen kulluk et ki kulluluk hamı ram eder dedi
Dedim sevecen kalbin ne zaman barışır ki
Sen çek cefanı vakti gelene kadar dedi
Dedim ki hayaline gözlerimi dikeyim
O gece yürür başka yollardan geçer dedi
Dedim ki ölümsüzlük bağından esen rüzgar
Serin bir esinti yar köyünden eser dedi
Dedim buluşma anı gördün mü nasıl geçti
Sus Hafız bu keder de gün gelir geçer dedi
Hafız
Yine gel sen dinle benden
Yerli yerli yerli yerli
Hep Çalarım ten ten tenen
Yerli yerli yerli yerli
Yerla ve yerlem yerlela
Yerla ve terlem terlela
Bir söz söyle sessiz durma
Yerli yerli yerli yerli
İçki sunan sun içkiyi
Çalgı çalan çal şu neyi
Söyle telala talela
Yerli yerli yerli yerli
Ten ten tenen ten ten tenen
Söylenirsin kuş gibi sen
Uveys gibi ender Karen
Yerli yerli yerli yerli
Şems gibi kendini sustur
Git kinden kibirden kurtul
Şems-i Tebrizi'yle otur
Yerli yerli yerli yerli
Mevlana
Gönül git biriyle otur gönül ne o bilmiş olsun
Bir ağacın altına git çiçekleri ıslak olsun
Bu attarlar çarşısında başıboşlar gibi gezme
Birinin dükkanına gir dükkanda şekeri olsun
Kaynayan her kazan için kadeh getirip oturma
Kaynayan her kazan içre olur mu dileğin olsun
Her kamışın şekeri yok her altın da üzeri yok
Her gözün sezeri yok Her denizde töz mü olsun
Eğ başını sığmıyorsan iğne deliğinden eğer
Geçmiyorsa ipin ucu kalınlığı neden olsun
Işıktır bilinçli gönül eteklerine içki dök
Bu yelden dilekten vazgeç bunda ne acı mı olsun
Sen dileği bırakırsan bir pınara ulaşırsın
Orada bir dost bulursun ciğeri su dolu olsun
Ciğerini su kaplasa yeşil ağaca benzersin
Sürekli ürün verir o gönül ondan dolu olsun
Mevlana
Gönül acıyla doludur bir merhem isteyeyim
Can yalnızlıktan usandı bir hemdem edineyim
Kim güvenebilir şu döngünün dönmelerine
İçki sunan bana içki sun da biraz dinleneyim
Kalk Semerkantlı Türk kızı bugün analım biz
Sevgisiyle Muliyan suyundan ben içmekteyim
Bir akıllıya dedim bak şu işe güldü dedi
Güç bir gün ilginç bir iş işte başka ne diyeyim
Yandım sabır kuyusunda o mumun sevgisiyle
Türk kral unuttu bizi Rüstem’e sesleneyim
Sevgi yolunda güven de huzur da beladır
Acınla şifa isteyen kalbi ben ne edeyim
Hırslılar ve nazlılara rintlik köyüne yol yok
Yer yakacak yolcu gerek çiğleri ne edeyim
Şu toprak dünyasında hiç ele geçmiyor insan
Başka bir dünya kurmalı başkasını seveyim
Hafız'ın ağlayışı aşkın karşısında ne ki
Şu tufanda bin denizi bir damlacık edeyim
Hafız
Allahım bu vuslatı hicran etme
Aşkın sarhoşlarını nalan etme
Sevgi bahçesini yemyeşil bırak
Bu mestlere bahçelere kasdetme
Dalı yaprağı vurma hazan gibi
Halkını başı dönmüş zelil etme
Kuşunun yuvasının ağacını
Yıkma da kuşlarını perran etme
Kumunu ve mumunu karıştırma
Düşmanları kör et de şadan etme
Hırsızlar aydınlığın düşmanıdır
Onların işlerini asan etme
İkbal kıblesi yalnız bu halkadır
Umut kabesin öyle viran etme
Bu çadır iplerini öyle katma
Çadır senindir eya sultan etme
Yok dünyada hicrandan daha acı
Ne istiyorsan et de onu etme
M e v l a n a
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme
Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme
Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme
Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme
İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme
M e v l a n a
geçmiş olan dünden hiç yad etme
yarın da gelmemişken feryad etme
düşünme geleceği de geçmişi de
şimdi şen ol da yaşamı berbad etme
arkadaş dünya için boş yere üzülme
şu hurda dünya için gereksiz yere üzülme
var olan zaten geçti yok da ortada yok
şen ol da var için yok için üzülme
yaşam düşüncesini altmıştan öte atma
nereye adım atsan sarhoş olmaksızın atma
şimdi daha kafatasından bir tas yapılmamışken
sen testiyi sırtından kadehi elinden atma
keşke bir erinç yeri olacak olsa idi
ya da şu çok uzak yola ulaşılsa idi
keşke toprağın altından bin yıl sonra bile
otlar gibi yeşerme umudu olsa idi
Ö m e r H a y y a m
S U K A S İ D E S İ
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denli dutuşan odlara kılmaz çare su
Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su
Zevk-i tiğından aceb yok olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırakır rahneler dîvâre su
Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su
Suya versin bağban gülzarı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su
Ohşadabilmez gubârını muharrir hattına
Hâme tek bakmaktan inse sözlerine kare su
Ârızın yâdiyle nemnâk olsa müjgânım n'ola
Zayi olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su
Gam günü etme dîl-i bîmardan tiğin diriğ
Hayrdır vermek karanû gecede bîmâre su
İste peykânın gönül hecrinde şevkim sâkin et
Susuzum bu sahrede benim içün are su
Ben lebin müştâkıyım zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelir huşyâre su
Ravza-yı kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
Âşık olmuş gâlibâ ol serv-i hoş reftâre su
Su yolun ol kûydan toprağ olup tutsam gerek
Çün rakîbimdir dahi ol kûya koyman vare su
Destbûsi arzûsiyle ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anınle yâre su
Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger
Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su
İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budağının mîzacına gire kurtâre su
Tînet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktidâ kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâr'e su
Seyyid-i nev'i beşer deryâ-yı durr-i istifâ
Kim sepiptir mu'cizâtı âteş-i eşrâre su
Kılmak için taze gülzâr-ı nübüvvet revnakın
Mu'cizinden eylemiş izhar seng-i hâre su
Mu'ciz-i bir bahr-i bî-pâyan imiş âlemde kim
Yetmiş andan bin bin âteşhâne-i küffâre su
Hayret ilen parmağın dişler kim etse istima
Parmağında verdiği şiddet günü Ensâr'e su
Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su
Eylemiş her katrede bin bahr-i rahmet mevchîz
El sunup urgaç vuzu için gül-i ruhsâre su
Hâk-i pâayine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını taştan taşa vurup gezer âvâre su
Zerre zerre hâk-i dergâhına ister salar nûr
Dönmez ol dergâhtan ger olsa pâre su
Zikr-i na'tın virdini derman bilir ehl-i hatâ
Eyle kim def-i humar için içer meyhâre su
Yâ Habîballah yâ Hayr'el-beşer müştâkınım
Eyle kim lebteşneler yanıb diler hemvâre su
Sensin ol bahr-i kerâmet kim Şeb-i Mi'rac'da
Şeb-nem-i feyzin yitirmiş sâbit ü seyyâre su
Çeşm-i hûrşidden her dem zülâl-ı feyz iner
Hâcet olsa merkâdin tecdîd eden mi'mâre su
Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dîl-i sûzânıma
ebr-i ihsanın sepe ol nâre su
Yümn-i na'tınden güher olmuş Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsandan dönen tek lü'lü-i şehvâre su
Hâb-ı gafletten olan bîdâr olanda rûz-i haşr
Hâb-ı hasretten dökende dîde-i bîdâre su
Umduğum oldur ki Rûz-i Haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vaslın vere ben teşne-i dîdâre su
F u z u l i
S U K A S İ D E S İ
Saçma ey göz yaşından gönlümdeki ateşe su
Ki bu denli tutuşan ateşe olmaz çare su
Ya su rengindedir gök rengini göremiyorum
Ya da gözümden yayılmış hepten gökyüzüne su
Kılıcının zevkiyle parçalansa gönül ne olur
Ki akıp geçerken yarıklar açar duvarda su
Yaralı gönlüm korkuyla söz eder kirpiğinden
Nitekim korkuyla içer kimde olsa yara su
Suya versin bahçıvan gülzarı zahmet çekmesin
Bir gül açmaz yüzün gibi verse bin gülzara su
Hattat yazısıyla benzetemez yüzünün tüyünü
Kağıda bakmaktan inse gözlerine kara su
Sevgili anısıyla ıslansa kirpik ne olur
Boşa gitmez gül umuduyla vermek dikene su
Gam günü esirgeme hasta kalbe oklarını
Hayırdır vermek karanlık gecede hastaya su
İste gönül o yokken kirpiğin özlemim gider
Susuzum gez bu sahrada benim için ara su
Ben dudağı arzularım zahitler kevser ister
Nitekim meste mey içmek hoş gelir ayıka su
Her an yerinde durmayıp senin köyünden geçer
Aşık olmuş galiba o hoş huylu serviye su
Su yolunu o köyden toprak olup tutsam gerek
Rakibimdir diye bırakmam varsın o köye su
El öpme arzusu ile ölecek olsam dostlar
Testi yapın toprağım sunun onunla yara su
Servi dik başlı olur yalvaran kumruya karşı
Eteğin tutup ayağına düşse yalvarsa su
İçmek ister o bülbülün kanını hile ile
Gül budağının doğasına gire kurtara su
Tertemiz doğasını göstermiş dünyalılara
Uymuş seçilmiş Ahmed peygamberin izine su
İnsan türü efendisi af denizinin incisi
Serpmiş mucizesi kötülerin ateşine su
Peygamberlik bahçesini yemyeşil kılmak için
Çıkarmış mermer taşından mucizeleriyle su
Mucizesi dünyada öyle engin bir deniz ki
Yetirmiş kafirlerin bin bir ateşevine su
Hayret ile parmağını ısırır kim dinlese
Parmağından vermesi şiddet günü Ensar'a su
Dostu yılan zehiri içse hayat suyu olur
Düşmanı su içse döner yılan zehirine su
Var etmiş her damladan binlerce dalgalı deniz
Abdest alırken değdiğinde yanaklarına su
Ayağının toprağına varayım der çağlardır
Başını taştan taşa vurup gezer avare su
Zerre zerre eşik toprağına salmak ister nur
Dönmez o eşikten lime lime bile olsa su
Natının virdini hata işleyen ilaç bilir
Nasıl ki içkiden sonra içer ayyaş bile su
Ey peygamber ey en güzel insan seni özlerim
Nasıl ki susuzlar yanıp arar yana yana su
Sensin keramet denizi ki miraç gecesinde
Feyzin şebnemi yetirmiş durana gezene su
Güneşten her zaman duru ışıklar saçılır ki
Gerekince kabrini imar eden mimara su
Cehennem korkusu ateş salmış yanık gönlüme
Umarım rahmet bulutu serper o ateşe su
Natın kutuyla cevher olmuş Fuzûlî sözleri
Nisan bulutundan inen inci gibi yere su
Gaflet uykusundan uyandığında mahşer günü
Aşık gözlerden hasret ile döküldüğünde su
Umudum şudur ki mahrum kalmam kıyamet günü
Vuslat pınarın verir şu seni özleyene su
F u z u l i
Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı
Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı
Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyadır halkı efgânım gara bahtım uyanmaz mı
Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmen inanır mı inanmaz mı
Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Bana ta'n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
Gazel
Ezel kâtipleri uşşâk bahtın kare yazmışlar
Bu mazmûn ile hat ol safha-i ruhsâre yazmışlar
Havâs-ı hâk-i pâyun şerhini tahkîk edîp merdüm
Gubâr îlen beyâz-ı dîde-i hûnbâre yazmışlar
Girip büthâneye kılsan tekellüm cân bulur şeksiz
Musavvirler ne sûret kim der ü dîvâne yazmışlar
Muharrirler yazanda her kime âlemde bir rûzî
Bana her gün dil-i sad-pâreden bir pâre yazmışlar
Yazanda Vâmık u Ferhâd u Mecnûn vasfın ehl-i derd
Fuzûlî adını gördüm ser-i tumâre yazmışlar
F u z u l i
KASİDE-İ BÜRDE'NİN MANZUM ÇEVİRİSİ
Türkçesi Abdülhakim KOÇİN
Suad benden uzaklaştı kalbim bugün hasta kırık
Ayaklarında bir zincir boğazında bir hıçkırık
Suad yok artık giderken gözü gönlü kan gibiydi
Mağrur gözlerle bakışı inleyen ceylan gibiydi
Tombul görünür giderken gelirken, incedir beli
Aklını alır başından, görenleri eyler deli
Suad tebessüm edince görünür dişleri ıslak
Işık saçar ışıl ışıl, pırıl pırıl, parlak parlak
Dişlerinde bu ıslaklık çakıldan çıkan sulardır
Ya da soğuk rüzgarlarla berraklaşmış bir pınardır
O sudaki her nesneyi temizler sabâ rüzgarı
Şırıl şırıl o vadiyi doldurur yağmur suları
Suad ne güzel, ne cömert, ah bir bilsen ne soyludur
Öğüt ve bir de söz tutsa gör ki ne melek huyludur
Ancak öyle sevgili ki kastı hep acı vermektir
Bir vasfı da vefasızlık, verdiği sözden dönmektir
Suad sanki gulyabani, her gün renkten renge girer
Bugün vefadan söz etse, yarın bin bir cefa eder
Sözüne hiç güvenilmez, vefası hiç yok doğrusu
Sözü bil ki öyle tutar, kalbur nasıl tutarsa su
Onun sözü temennisi seni sakın aldatmasın
Boş düşlerle oyalayıp dertlerine dert katmasın
Urkub'a benzer Suad'ın her dediği yalan dolan
Vuslat için söz verirse, bil yine hasrettir kalan
Kalbimdeki sevgin yeter, bilirsin vuslatın muhal
Varsam dişi bir deveyle çıksam, ulaşırım belki
Öyle bir deve olsun ki bilmesin yorulmak nedir
Alıkoymasın yolundan gündüz güneş gece bedir
Terler boşansın başından ama o hep koşabilsin
Yol iz kalmamış çölleri şaşırmadan aşabilsin
Tepelerde sahralarda görünmez izleri görsün
Eşini kaybetmiş gibi keskin gözlerle iz sürsün
Gerdanıysa geniş olsun ayakları dolgun etli
Damazlıklardan kuvvetli, damızlıklardan heybetli
Boynu kalın uzun olsun hep, üstten görsün her şeyi
Geniş böğrüyle andırsın güçlü bir erkek deveyi
Derisiyle zürafadan kaygan olsun kurt girmesin
Güneşte azgın aç kalan keneler diş geçirmesin
Kanına kan karışmasın, boynu uzun ve çok çevik
Gören ya ceylan zannetsin ya soylu at ya da geyik
Onun mermer gibi kaygan düzgün pürüzsüz göğsüne
Düşüversin tutunmasın güneşte aç kalmış kene
Bir yaban eşeği gibi serbest atılgan ve seri
Dirsekten kasları ayrık, sığmasın tombul etleri
Külünk gibi sapsağlam çenesinden ensesine
Ve yine hep sağlam olsun gerdanından ta yüzüne
Uzun kıllı top kuyruğu adeta bir hurma dalı
Delikleri açılmamış memeleri kapatmalı
Yumru burnu, kulakları soyluluğu ele verir
Beyaz olur yanakları, deveden anlayan bilir
Ayakları yer tutmasın sırrım gibi sert ve ince
Ve koparsın fırtınalar süratle yere değince
Taşlık tepeler aşarken atsın deri mahfazayı
Çakıl fırlatsın bastıkça mızrak gibi sert ayağı
Seraplarla peçelenip terler dökünce sırtından
Ön ayağı takip etmek mümkün değil süratından
Kertenkelenin sırtı çöl güneşinde pişse bile
O yılmadan yarışmalı aynı süratle yel ile
"Dinleniniz" dese bile gri renkli çekirgeler
O gölgeye meyil etmez bu sözlere kanmaz gider
Ön ayın hareketi, bir kadının dövünmesi
Yavrusundan ayrı düşmüş kesilmiş soluğu sesi
Yürüyüşte gösterdiği süratli, hızlı gidişi
Parçalanmış kara bağra ellerin kalkış inişi
O kadın ki lime yüreğinde yüz yara var
Paramparça yakasından göğsünü tırnakla yırtar
Suad'ın hasreti az mı, kötü ruhlu koğucular
"Ey Ebu Sülma'nın oğlu kurtuluşun yok" diyorlar
Medet umduğum dostlarsa benden el eteği çekmiş
Her güzele gönül veren bu hasretle ölecekmiş
Tek başıma kalakaldım ve dedim ki dostlar durun
Takdir Allah'ın elinde, ne dilerseniz uydurun
Kurtuluş olmaz bunun, ölümü her can tadacak
İnsan yüz yıl yaşasa da o tahtada taşınacak
Emir verdiyse katlime Allah'ın Resûl'ü bilir
Benden hata Resûl'dense müsamaha af beklenir
Kendimi savunmam için ey şanı yüce Peygamber
Kur'an-ı Sana bahşeden Allah için bir mühlet ver
Azıcık suçum olsa da bilirsin ki bir beşerim
İnanma her söze n'olur beni affet Peygamberim
Makamında boynum bükük düşkün çaresiz ve sefil
Titrer çökerdi vallahi, gördüğümü görseydi fil
Kutlu fermanı olmazsa iki dünyam kararacak
Hüküm o yüce Resûl'ün O'dur beni kurtaracak
Sağ elimi uzattım ki eli adaletin eli
Aklı olan itirazsız hükmüne boyun eğmeli
Yüce Resulullah ile konuştuğumda kazara
Sen mes'ulsün derse bil ki bu en korkunç bir manzara
Aslan yatağı Asser'de kandan ölümden korkmayan
En kahraman aslan O'dur yiğit heybetli atılgan
Öyle bir aslan düşün ki her gün ava erken çıkar
Yavrusu beslensin diye insan ve hayvan parçalar
Zayıfla tenezzül etmez dengiyle ancak cenk eder
Hücum edince dengine bir darbede yere serer
Çölün aslanları O'nun ses çıkarmaz korkusundan
Bulunduğu yerde gezmez kendisini erkek sanan
Gezdiği yerlerde her kim kendini mert yiğit sanır
Yem olur bil kurda kuşa silahları parçalanır
Kılıcımdaki kıvılcım karanlığı yaran bir nur
Şüphe yok ki kurtuluşa bizi götürecek O'dur.
Kutlu Mekke vadisinde şeref bulunca vahyile
Hicret ediniz dediler Kureyş'ten gelen kafile
Konuştular anlaştılar gün döndü vakit kısaldı
Hicret etti yiğitleri zayıf güçsüzleri kaldı
Bunlar ki başları dimdik gözü kara birer erdir
Davud'a mahsus zırhları giyen şanlı yiğitlerdir
Zırhlarının büklümleri sanatta ayrı hadise
Birbirine sıkı geçmiş ayrık otları nerdeyse
Şımarmazlar mızrakları yere serince düşman
Ve ümitsiz de olmazlar olursa yenilgi anı
Bembeyaz develer nasıl yürürlerse asaletle
Öyle yürürler savaşta düşman üstüne heybetle
Hep göğüsten vurulurlar aramazlar kefen bezi
Ürker ama ürkütemez onları ölüm denizi